"Ben bildiğin orospuyum" dedi. Yamru yumru ağzından duyduğum ilk cümlesi bu oldu.
....
O hep buralardaydı. Buralardan onun gibi onlarcası, hatta belki de yüzlercesi geçip gittiği halde o hep buralardaydı. Hangi meslek kolunda çalıştığını bütün esnaf bilirdi. Işıklar'ın orta yerinde yaşamanın verdiği alışkanlıkla ona da alışmışlardı elbette sokağın esnaf milleti. Ama asla bıyık burmayı ihmal etmez, dükkandan çıkarken sağa sola kıvırttığı kalçalarına bakmaktan alıkoyamazlardı kendilerini. Bense yıllarca hep dışarıdan baktım olan bitene. Çaycı Mehmet abinin kapısının önüne oturmuştum, sağdan soldan gelen "Mehmet abiii bilmem kaç çaaayy" nidalarını dinledim saatlerce. Mehmet abinin oturakları rahatsız, çayı karbonat katkılı, kendisi asabi, ben ondan asabi... Çalışmıyordum ya o gün, oturdum ha oturdum..
O geldi yine. Oturdu, kimseyle konuşmadan dört bardak çay içti, evet saydım, sonra kalçalarını sağa sola kıvırta kıvırta gitti.
Evet kalçalarını sağa sola.. Bunu herkes söylediyse ben de söylerim, öyle çünkü. Gitti ve dedikodu başladı elbette.. Mehmet abi mekan sahibi olarak girişti ilk iş;
- Bu var ya bütün sokağa verdi.
Mehmet abinin ayağı topal bi çırağı var, hep çarpar o bacağı sağa sola, hışımla atladı ustasının kızacağını bile bile;
- Usta bana vermedi ehe ehe..
Adını hiç öğrenemedim o veledin, suratı oracıkta donuverdi ustasıyla göz göze gelince. Suat abi atladı hemen;
- Bırak len çocuğu, kamışından su gelir herhal...
Öyle çok güldüler ki bu lafa kendimi kötü hissettim. Ama diyemedim..
Gülmeleri çok sürdü. Öksürüklere boğuldular sonlara doğru. Suat abi, terzi, kendisi alkoliktir sabahları çay içer öğlene kadar, öğlenden akşama kadar da şarap, çırakları çalışır kendisi keyfine bakar, gülüyor muydu tıksırıyor muydu anlayamadım -ki zaten gülüşüyle tıksırığını ayırt edemezsiniz-. Son sözü söyleyenin sakinleşmesini beklemek ve lafa devam etmesini istemek vardır ya, öyle oldu, Suat abi aksırıklarının üzerine şunu dedi;
- Amauğa goyum ya!
Yine çok güldüler.. Ben yine diyemedim..
- Mehmet abi kaç çay etti benim?
....
Oysa ben biliyordum. Diyememiştim ama biliyordum.
O gün orada otururken, Mehmet abinin orası burası eğrilmiş taburelerinde otururken gelmişti işte. Bana bakmıştı, beni görmüştü, gözlerini kaçırmıştı. Karşı komşumdu. Her akşam benimle konuşan, dertleşen insan yine gözlerini kaçırmıştı benden.
Halbuki daha kaç gece önce konuşmuştuk ki.. Bir mi iki mi..
- "Ben bildiğin orospuyum" demişti...
Kibarlık etmeye kalkışmıştım;
- Yok canım.
- Lan orospuyum işte.
....
Her gece gelirdi bana. Anlatırdı. Ama illa ki "orospuyum" derdi lafın bir yerinde. Ben hep kibarlık etmeye çalışsam da beceremezdim lafı toparlayıp da onu kendine getirmeyi. Ağlaya ağlaya başlar; ilk kocasını anlatırdı, adı lazım değil bir ilçede yaşadıklarını, on altı yaşında evlendiğini, kocasının ilk gecenin ertesinde kendisini sattığını ama o ilk gece hamile kaldığını, sonrasında kızının olduğunu, tek derdinin o kızın bekareti olduğunu falan falan.. Ben bunları her gece dinlerdim. Her gecenin sonunda "ister misin?" diye sorardı. Ben her gecenin sonunda "hayır" derdim.
Bana bir önceki gece hep aynı hikayeyi anlatan insan giderken illa ki onunla yatmak isteyip istemediğimi sorar, hayır cevabını alıp gider, ertesi gece yine aynı şeyleri anlatır aynı şeyleri sorardı usanmadan.
....
Sebebini gayet iyi biliyordum her şeyin. Kırk küsur yaşında ağzı yüzü yamulmuş bir hayat kadınıydı işte. Bir kızı vardı, kızı onu tanımıyordu, ama onun aklı fikri kızındaydı, bütün parasını bir şekilde ona gönderiyordu. Onu tanıyan herkesin aynı organı tepki veriyordu ben hariç. Bana ibne demesine o kadar alışmıştım ki.. Onun gözünde artık her şey "et" vasıtasıyla ödeşilebilir hale gelmişti.
Ama gün ağardığında beni tanımamalıydı. Sabah olduğunda o artık kızının bekaretini dert eden bir anne değil, kalçalarını kıvırta kıvırta gezen -kendi tabiriyle- bildiğin orospu olmalıydı..
....
Onu hep gördüm. Hiç bakmadı yüzüme. Geceleri makyajsız, suratsız, çirkin haliyle bildiğim o kadın gider, yüzünü gözünü alabildiğine boyamış, altındaki eşofmanı çıkarıp minicik eteğini giymiş sağa sola gülücükler atan biri gelirdi.
Sabaha karşı yatan komşuma hiç "günaydın" diyememiş bir adamım ben..
Sabaha kadar konuştuğum kadına gündüzleri merhaba diyememiş bir adamım ben.
niye gülüyorsun? isimler değiştiği zaman anlatılan senin hikayen olur.
Çarşamba, Haziran 25, 2014
Çarşamba, Haziran 04, 2014
Hepiniz pezevenksiniz.
Az fakat öz bir izleyici kitlem olduğunu düşünüyorum. Hoş, "beni siz yarattınız" triplerinde semalara çıkmama gerek yok; aynı şekilde sizin de yorumdur, oylamadır, etikettir; bi' ske derman olduğunuzu görmedim. Ama olsun, burayı düzenli takip edenlerin; az çok belli bir seviyenin üstünde zekaya sahip olduğunu varsayarak yazacağım bu sefer. (Zekanın bahsi geçmişken; İsmet İnönü'nün AKP'ye geçtiğini iddia eden kızın videosunu izlemeyi unutmayın. Dangalaklık diz boyu...)
Neyse, bugünkü dersimiz: KÜLTÜR PEZEVENKLİĞİ.
Hepimizin hayatta en az bir kez takındığı tavırdır bu... Belli kriterlerle şöyle değerlendirilebilir. Bir kitap okuruz(popüler olan, ancak yeraltı edebiyatı etiketiyle piyasaya çıkan edebi eserler seçmek vaciptir), felsefeyle ilgileniriz(freud, marx, proudhon gibi isimler bu kısımda esastır), bir albüm dinleriz(manu chao, leonard cohen altı çizilmesi gereken artistlerdir) ve yüksek çekiş gücüne sahip bir elektrikli süpürgenin, börtü böceği emişi misali; tüketim toplumu olarak tükettiğimiz eserleri tükettiğimizi topluma tescil ettirmeye çalışırız. Nasıl mı olur bu tescil?
Ortaokul, lise çağında giyilen siyah, üzerinde metal gruplarının artworkü olan t-shirt'lerle... Mesela en çok bununla yaptım ben kültür pezevenkliğini. Tasarımından kumaşından ziyade üzerindeki logolar veya görseller için aldığım t shirt sayısı bir hayli fazladır.
Üniversiteye gelindiğinde izlenilen ve herkes tarafından beğenilen bağımsız sinema örneklerinin yurt duvarlarını ve öğrenci evlerini süsleyen posterleriyle...
Biraz daha büyüyünce de; -ki bu vazgeçilmezdir- arkadaş ortamında tükettiğimiz sanatsal ürünü tüketmiş olduğumuzu belirtecek imalar yaparak...
Şimdi gözledikçe insanları, daha bir tiksiniyorum. "Evet evet ben de Portishead dinlerim! Evet Portishead süperdir!", "Nietzsche mi? Off aforizmalar harikaydı!" gibi faltaşı misali açılmış gözlerle haykıran topaçları gördükçe nefret ediyorum. "Neden" demiyorum. "İğrençsiniz ibneler" diyorum. Karşımızdaki insanla ortak noktalarımızı keşfedince seviniriz ama çok farklı bir şey bu... Bu, anons. Bu, pornografi. Bu, "ben buradayım" demenin başka bir yolu...
Ben günahlarımı çıkarttım sayılır. Şimdi siz de gözlerinizi kapatın ve kendinizi düşünün. Siz de yediniz bu boku değil mi?
Neyse, bugünkü dersimiz: KÜLTÜR PEZEVENKLİĞİ.
Hepimizin hayatta en az bir kez takındığı tavırdır bu... Belli kriterlerle şöyle değerlendirilebilir. Bir kitap okuruz(popüler olan, ancak yeraltı edebiyatı etiketiyle piyasaya çıkan edebi eserler seçmek vaciptir), felsefeyle ilgileniriz(freud, marx, proudhon gibi isimler bu kısımda esastır), bir albüm dinleriz(manu chao, leonard cohen altı çizilmesi gereken artistlerdir) ve yüksek çekiş gücüne sahip bir elektrikli süpürgenin, börtü böceği emişi misali; tüketim toplumu olarak tükettiğimiz eserleri tükettiğimizi topluma tescil ettirmeye çalışırız. Nasıl mı olur bu tescil?
Ortaokul, lise çağında giyilen siyah, üzerinde metal gruplarının artworkü olan t-shirt'lerle... Mesela en çok bununla yaptım ben kültür pezevenkliğini. Tasarımından kumaşından ziyade üzerindeki logolar veya görseller için aldığım t shirt sayısı bir hayli fazladır.
Üniversiteye gelindiğinde izlenilen ve herkes tarafından beğenilen bağımsız sinema örneklerinin yurt duvarlarını ve öğrenci evlerini süsleyen posterleriyle...
Biraz daha büyüyünce de; -ki bu vazgeçilmezdir- arkadaş ortamında tükettiğimiz sanatsal ürünü tüketmiş olduğumuzu belirtecek imalar yaparak...
Şimdi gözledikçe insanları, daha bir tiksiniyorum. "Evet evet ben de Portishead dinlerim! Evet Portishead süperdir!", "Nietzsche mi? Off aforizmalar harikaydı!" gibi faltaşı misali açılmış gözlerle haykıran topaçları gördükçe nefret ediyorum. "Neden" demiyorum. "İğrençsiniz ibneler" diyorum. Karşımızdaki insanla ortak noktalarımızı keşfedince seviniriz ama çok farklı bir şey bu... Bu, anons. Bu, pornografi. Bu, "ben buradayım" demenin başka bir yolu...
Ben günahlarımı çıkarttım sayılır. Şimdi siz de gözlerinizi kapatın ve kendinizi düşünün. Siz de yediniz bu boku değil mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)