Not: Yazıda geçen "o" zamirleri tüm terk edenler, tüm terk edilenler, tüm kuyruk acıları, tüm değeri bilinmeyenleri temsil eder yazar için.
NP: Kyuss - Space Cadet
Alice In Chains - Rotten Apple
-Ne düşündün? Onu ayrılıktan sonra ilk kez, okulda gördüğünde?
-Hiç bir şey.
-Seni senin kadar tanıyorum...
-Biliyorum. Aslında, bilmiyorum. "Hassiktir lan" dedim geçtim sadece. Arkadaş kalamayan sevgililerdenim galiba.
-Evet de, hiç bir şey kıpırdanmadı mı içinde? En ufak bir acı bile? Veya eski günlerin hatrına yüzünde bir gülümseme?..
-Bilmem, bir cesede bakıyor gibiydim. Tanıdığım birinin cesedine. Veya bir yakınımın ölüm haberini almış gibiydim. Kısacası, boş hissediyordum. Bomboş, ruhsuz...
-Peki daha sonraki görüşlerinde?
-Üzüldüm denilebilir birazcık. Bok ettiğim ilişkilerimden bir tanesiydi belki de...
-Şimdi ne durumdasın ki?
-Orada buradayım. Onunla bununlayım. İlişki adamı olmadığımı anlayabildim belki de... Veya ne bileyim aşık olmaya aşık olan, ilişkinin hevesi geçince kadınını sahiplenmeye devam ederken aldatmayı ve kaçamak yapmayı seven adam değilim belki de...
-Yine diptesin. Çıkmaya çırpınıyorsun mutluluğu bedenlerde arayarak, ama onu bir bedende değil, bir ruhta bulabileceğini asla öğrenemeyecek kadar aptalsın.
-Kim bilir.
-Belki de hep dipte kalacaksın.
-Ne düşündün? Seni reddettikten sonra, onu ilk kez gördüğünde?
-Sadece beni kabul etmeyen sıradan bir kız olduğunu.
-Onunla asla beraber olamayacağın gerçeği mi daha çok acı verdi, yoksa egolarının zedelenmesi mi?
-...
-Cevap ver.
-Egolarımın zedelenmesi...
-Bir türlü aşamadın onları değil mi? Kimseyi egolarını bir kenara atarak sevemedin değil mi?
-Bilmem. Belki sevmişimdir... Veya aşkı yaşamışımdır...
-"Belki" diyorsan yaşamamışsındır. Ayrıca bütün "Ben Hiç" oyunlarında* aşık olmak sorusu işin içine girdiğinde kadehine bakıyorsun, kafaya dikmiyorsun içkini.
-O zaman olmamışımdır. Şunu keser misin?
-Peki onu üniversite belgelerinin sonuncusu olan, Verem Sağlık Raporu'nu almaya gittiğinde, baban yanındayken gördüğünde neler hissettin?
-Karnımda bir ağrı. Biraz bulantı... Kuyruk acısı. Her şey...
-Bunun senin sorunun olmadığını düşündün mü hiç? O 35lik sevgilileri tercih ediyordu ve seni bu yüzden seçmedi. Aklına geldi mi bu hiç?
-Sorunu hiç bir zaman onda görmedim. Ya kendimde, ya da ağzını burnunu kırmak istediğim 35likte gördüm. Kim bilir, belki de iyi bir adamdır.
-Yine diptesin. Şu anda da hissediyorsun o karın ağrısını değil mi?
-Evet...
-Belki de hep dipte kalacaksın...
-Ne düşündün? Seni tek gecelik ilişki olarak kullanıp, çöpe attıktan sonra onu ilk gördüğünde?
-Acı. Saf...
-Peki... Onunla daha sonra muhabbetini sürdürecek kadar zayıf ve aptal olduğunu düşündün mü hiç?
-Düşünmedim. Düşünüyorum. Sürekli...
-Daha sonra ona karşı son bir kurşun kullandığında, son nefesinle, son gücünle cinselliğe değil de, aşka bir şans vermek istediğinde, ve o klişe cevabı aldığında?
-Ucuz bir kaltak olduğunu düşündüm.
-Belki de o değil de, aşk ucuz bir kaltaktı? Veya sen aptaldın?
-Hayır. Veya evet. Kafamı karıştırmaya devam ediyorsun.
-Tamam biraz rahatla. Onunla muhabbeti kestin. Onu gördüğün her ortamda yanındaki kızlara sulandın, onlarla yakınlaştın, halka açık bir yerde girebileceğin her pozisyona girdin... Onu kıskandırdın. Onun yüzünü ekşitmeyi, mekanı terkedip gitmesini sağladın... Eline ne geçti?
-İntikam soğuk yenen bir yemektir...
-Aptalın tekisin. Hep dipte kalacaksın. Belkisi falan yok. Kendini yenilemenin veya tam bir birey olmanın sorumluluğunu taşıyamayacak kadar zayıfsın.
-Hayır... Sadece yorgunum. Benim geçtiğim zorlukları sen de çok iyi biliyorsun.
-Biliyorum. Anlam vermeye çalışıyorum. Çözülmene yardımcı olmaya çalışıyorum. Ama sen yine masanda bira, küllüğünde sigara, üstündeyse sadece bir jean, bilgisayar başındasın.
-Yani?
-Bu güne kadar renkli bir hayatın oldu, ama o yoktu hiç bir zaman değil mi? Ruhen?
-Evet. Bedenense onlar hep vardı.
-Belki bir şans daha vermelisin?
-Aşka mı? Kimin için?
-Belki vardır birileri aklını kurcalayan.
-Yok. Şu anda içtiğim biradan zevk almamı engellemek dışında hiç bir işe yaramıyorsun. Çekip gider misin?
-Hayır. Çünkü ben senim. Bilinçaltında hep var olacağım. Ama beni her zaman dinlemeyeceksin. Hatta arkadaşlarından duygularını sakladığın için, genelde yalnızken aklına geleceğim. Ve yine o aptal bilgisayarının başına geçip gereksiz blog'una bir şeyler yazmaya devam edeceksin...
-Bana uyar...
*: Ben hiç oyunu, topluca oynanan bir içki oyunudur. Oyun sıra tabanlıdır. Sırası gelen kişi, "Ben hiç" le başlayan bir eylem söyler. O eylemi yapanlar da içkilerini içer.
niye gülüyorsun? isimler değiştiği zaman anlatılan senin hikayen olur.
Perşembe, Nisan 17, 2014
Cumartesi, Nisan 12, 2014
Amaç ne?
Bir insanın hayattaki görevi nedir? Evlenmek mi? Bulaşık
yıkamak mı? Çocuk sahibi olmak mı? Seri katil olmak mı? Yoksa hiçbir şey
bilmemek, hiçbir şeyi sorgulamamak mı? Ne zaman ne yaptığımızı, neden burada
olduğumuzu bildik ki? İnsan bilinçsiz bir varlık mı? İnsanlık tarihinden beri
kendimizi "düşünen, sorgulayan" bir varlık olarak tanımlıyoruz yoksa
kendimizi inkar mı ediyoruz?
Zavallı ve sıkıcı hayatımızda aslında hiçbir seçim hakkımız olmadığını anlıyoruz. Hayatımızı hep kontrol eden birileri var. Karınızdan gelen bir telefon bile sizin özgürlüğünüzü kısıtlıyor. Ya da durun! Belki karınız yoktur? Kim sever ki sizi? Neyi sorguluyoruz? Karınız olsa ne değişecekti ki? Gene (her zaman olduğu gibi) sabah 8 de işte olacaktınız. Mesai bitene kadar tuşlara basacaktınız. Belki tuşlara basarken içinizde kopan fırtınaları düşleyecektiniz. Beyniniz bir maceradan diğerine koşacaktı. Mesai bittikten sonra eve giderken gene 2 ekmek alacaktınız. Akşam çocuklarınıza hikayeler anlatıp, biraz televizyon izleyip gene uyuyacaktınız ve hop! saat 8, gene iş yerinizdesiniz!
Çoğu zaman ne yaptığımızı ve ne yapmamız gerektiğini bilmiyoruz. Sınırsız özgürlüğe sahip olsak ne yazardı ki? Birilerinin bizi sürekli doğruya yönlendirmesi lazım. Ye sev dua et gibi... Hayatta kalmanın tek yolu bize sunulan hayatı takip etmek değil mi? Normal olan da bu değil mi?
Mümkün değil ama özgür kaldınız diyelim. Eski yaşam tarzınızı özlemeyeceğiniz nerden belli? Belki de hayattaki amacınız odur. Sabah 8 de kalkıp, akşama kadar tuşlara basmak. Belki de bunun için varsınız. Hayatta verdiğiniz en ufak kararın bile ilerde sizi ve çevrenizi ciddi anlamda etkileyecek olması ne kadar da garip bir duygu, değil mi? Belki de sizi kontrol edene "ne olur, bırakın beni. sıkıcı işime geri döneyim!" diye yalvaracaksınız, ama boşuna çünkü siz özgürsünüz. Yaptığınız seçimler sadece sizi ilgilendirir.
Belki de edgar allan poe'nin dediği gibi "hayat, rüya içinde bir rüya"dır. Öyle rüyalar ki zamanında birini çok sevmenize rağmen, belli bir zaman sonra adını bile hatırlamıyorsunuz çünkü rüyalarınızın içine rüyalar ve onun içine daha rüyalar giriyor. Birden her şeyin anlamsız olduğunu hissediyorsunuz. "Ben gerçeğim" demek istiyorsunuz. Bunu ayna karşısında da yapabilirsiniz. "Ben gerçeğim, eşim, çocuklarım ve patronum var." İşte bundan sonra ip kopuyor.
Zavallı ve sıkıcı hayatımızda aslında hiçbir seçim hakkımız olmadığını anlıyoruz. Hayatımızı hep kontrol eden birileri var. Karınızdan gelen bir telefon bile sizin özgürlüğünüzü kısıtlıyor. Ya da durun! Belki karınız yoktur? Kim sever ki sizi? Neyi sorguluyoruz? Karınız olsa ne değişecekti ki? Gene (her zaman olduğu gibi) sabah 8 de işte olacaktınız. Mesai bitene kadar tuşlara basacaktınız. Belki tuşlara basarken içinizde kopan fırtınaları düşleyecektiniz. Beyniniz bir maceradan diğerine koşacaktı. Mesai bittikten sonra eve giderken gene 2 ekmek alacaktınız. Akşam çocuklarınıza hikayeler anlatıp, biraz televizyon izleyip gene uyuyacaktınız ve hop! saat 8, gene iş yerinizdesiniz!
Çoğu zaman ne yaptığımızı ve ne yapmamız gerektiğini bilmiyoruz. Sınırsız özgürlüğe sahip olsak ne yazardı ki? Birilerinin bizi sürekli doğruya yönlendirmesi lazım. Ye sev dua et gibi... Hayatta kalmanın tek yolu bize sunulan hayatı takip etmek değil mi? Normal olan da bu değil mi?
Mümkün değil ama özgür kaldınız diyelim. Eski yaşam tarzınızı özlemeyeceğiniz nerden belli? Belki de hayattaki amacınız odur. Sabah 8 de kalkıp, akşama kadar tuşlara basmak. Belki de bunun için varsınız. Hayatta verdiğiniz en ufak kararın bile ilerde sizi ve çevrenizi ciddi anlamda etkileyecek olması ne kadar da garip bir duygu, değil mi? Belki de sizi kontrol edene "ne olur, bırakın beni. sıkıcı işime geri döneyim!" diye yalvaracaksınız, ama boşuna çünkü siz özgürsünüz. Yaptığınız seçimler sadece sizi ilgilendirir.
Belki de edgar allan poe'nin dediği gibi "hayat, rüya içinde bir rüya"dır. Öyle rüyalar ki zamanında birini çok sevmenize rağmen, belli bir zaman sonra adını bile hatırlamıyorsunuz çünkü rüyalarınızın içine rüyalar ve onun içine daha rüyalar giriyor. Birden her şeyin anlamsız olduğunu hissediyorsunuz. "Ben gerçeğim" demek istiyorsunuz. Bunu ayna karşısında da yapabilirsiniz. "Ben gerçeğim, eşim, çocuklarım ve patronum var." İşte bundan sonra ip kopuyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)