Buradaki şemada da zaman başı ve sonu olmayan bir hat şeklindedir. Burada şimdiden yola çıkıp geçmişe gideriz, ama şuna dikkat edin, biz şimdiden ayrıldığımızda zaman hala ileri doğru akışını sürdürmektedir yani şimdi geleceğe doğru akmaktadır. Fakat geçmişte vardığımız noktada, terk ettiğimiz zamana paralel yeni bir zaman akışı oluşmuştur artık. Buradan itibaren, hiçbir fikrimizin olmadığı yeni bir gelecek bizi beklemektedir. Biz zamanda yolculuk yaparak zaten zamanın işleyişine müdahalede bulunmuş ve onun yapısını bozmuş oluyoruz. Ancak bu bozulma öznel olarak gerçekleşmektedir; biz nesnel ‘şimdi’mizi terk ettikten sonra aslında o şimdi ilerlemeye (zamanda akmaya) devam etmektedir. Ayrıldığımız şimdide yaşayanlar sadece bizim bir yolculuğa çıktığımızı görecekler, ama yaşamlarına devam edeceklerdir. Oysa biz geçmişe gidip kendi öznel şimdimizde yaşayacağız, nesnel şimdiden kopmuş olacağız. Dolayısıyla zamanda yolculuk sırasında yaşayacağımız zaman ya kurgusal bir zaman olacak, ya da geçmişte gittiğimiz anda bir hayalet (gibi) olacağız. Dönüş yolculuğumuzu ise ilerlemiş olan şimdiye yapacağız, ama gelip ayrıldığımız zaman hala kendi hattında ilerlemeye devam edecektir. Böylece kendi zamanımıza paralel yeni bir zaman yaratmış olacağız.
Burada ortaya attığımız üç teorinin sonunda önemli bir sonuçla karşılaşıyoruz: Biz zaman yolculuğundan sonra hangi zamana döneceğiz? Zamanda yolculuğun bir sonucu olarak gelecekte yani ayrıldığımız zamanda da değişiklikler olacak mı? Yani bir “kelebek etkisi” söz konusu mu? Daha da ötesi, zamanda hiç tahmin edemeyeceğimiz daha büyük tahripler yapmış olmamız söz konusu olabilir mi (paralel yeni zaman akışı gibi)?
Einstein’ın rölativite kuramına göre zamanda yolculuk teorik olarak mümkündür. Buna göre ışık hızında hareket eden bir kişi ya da nesne zamanda yolculuk edebilir. Ama bu aslında tam bir ‘zaman yolculuğu’ değildir. Çünkü burada yolculuk ‘yolcunun’ ve geride kalanların hızıyla ilgili bir konudur. Bizim zaman içinde on yılda aldığımız yolu ‘yolcu’ ışık hızında bir çırpıda almaktadır, üstelik zamanın bizim üzerimizde oluşturduğu yıpranmalara maruz kalmadan. Biz on yıl yaşlanırken, o daha yola çıktığı günkü haliyle karşımıza çıkacaktır on yıl sonra. Ayrıca bu yolculuk sadece ‘ileri’ yani ‘geleceğe’ doğru gerçekleşmektedir, geri dönüşü yoktur (aslında ışık hızının üzerine çıkıldığı takdirde zamanın ters işleyeceği yönünde bir söylenti de vardır, ama biz daha ışık hızına çıkamamışken onu aşmayı düşünmek eni konu abesle iştigal olacağı için burada sözünü bile etmiyoruz, belki ilerde). Aslında burada zamanda yolculuğu sağlayan ışığın zamandan daha hızlı hareket etmesidir. Bunu kısaca şöyle açıklayabiliriz: Odanıza girdiniz, ve ışığı açtınız. Siz daha elinizi anahtardan ayırmadan ışık her yeri dolduracaktır. Işık sizden çok daha hızlıdır, öyle ki düşüncenizden bile hızlıdır, siz başka bir şey düşünmeden her yer ışıkla dolmuştur. Sizden, düşüncenizden ve zamandan çok daha hızlıdır ışık. İsterseniz anahtara bastığınız anda ışıktan önce odanın diğer ucuna gitmeyi deneyebilirsiniz, ama bunu asla başaramazsınız. Yeryüzünde bunu başarabilen yegane ‘şey’ takyon denen atomaltı parçacıklardır. Teorik olarak bu parçacıklar ışık hızında hareket etmektedirler ve bu nedenle gözlemlenememektedirler. Çünkü ışık hızında hareket ettiklerinden dolayı aynı ‘anda’ hem ‘şimdide’ hem de ‘gelecekte’ bulunmaktadırlar ve bu da onları gözlemlemeyi zorlaştırmaktadır.
Aslında düşünürseniz, insanoğlu da aynı anda hem şimdide hem de gelecekte hem de geçmişte bulunabilmektedir: ‘Yaşadığımız şimdi, aslında bir an öncesinin geleceği ve aynı zamanda da bir an sonrasının geçmişidir’. Bu noktada Einstein’ın “Geçmiş ve gelecek yoktur, sonsuz bir şimdi vardır” sözü de gerçeklenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder