niye gülüyorsun? isimler değiştiği zaman anlatılan senin hikayen olur.
Cuma, Ekim 26, 2012
I'm in North Cyprus
Kıbrıs ile olan gözlemlerimi bu yazı da aktarmalıyım diye düşündüm. Zira kafamızdaki Kıbrıs yapısı(sizinki nasıldır bilemem) ile bir gram uygun bir şey bulamadım. Kuzey Kıbrıs diye bahsedersem daha doğru olur. Her ne kadar Avrupa'nın sadece Cyprus diye tabir edip Güneyini kastetmesi gibi biz de Kıbrıs diyince aklımıza direkt Kuzey Kıbrıs'ı getiriyoruz. Biz de az şerefsiz değiliz ama tek farkımız yeri geldiğinde Kıbrıs diyince iki adadan bahsediyor oluşumuzun farkındayız.
Gelelim Kuzey Kıbrıs'ın yararlarına... İlk olarak bu kocaman ''köyü'' neden ülke yaparlar diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Abicim ülke olmuşsunuz azıcık ilgilen bu ne len? Size şunu söyleyeyim yaklaşık 70 km adanın bir ucundan diğer ucu ve burayı gezerseniz göreceğiniz en eksantrik kare nereye bağlandığı belli olmayan tarlalar. Ha bir de Beş Parmak dağı var onunda adını Beş Parmak olarak düşünen insanın aklını karışlayayım. Beşinci parmağı bulacağım diye kendimi heba ettim koskoca(!) Kuzey Kıbrıs'ta. Her neyse gezip görebileceğiniz en iyi yer bence Girne ve Lefkoşa. Girne'de casinolar var. Gerçekten bu casinolar zaman geçirebileceğiniz nadir yerlerden birisi. Büyük marketlerde poker seti satılıyor. Setinizi alıp evinizde, yazlığınızda, arkadaşlarınızla poker keyfi yapabilirsiniz. Casinolar genel olarak birbirine benzer yapılar. Otellerin için de oluyor yahut ya da sadece gece klubünün kendi casinosu gibi. Casinolara girdim, gerçekten yerin altında ve bi an kendimi mini Las Vegas'da hissettim. İnanılmaz bir keyifti. Oyuna katılmak istedim kendi kendime ama baktım hepsi hali vakti yerinde, cingöz, gözleri fıldır fıldır dönen para babası adamlar. Gözüm kesmedi ve zaten çokta zengin bir adam değilim. Casino'da içtiğim martini - bu arada ilk defa martini içişim- beni inanılmaz etkiledi. Martini'den mi yoksa casinonun atmosferinden mi bilemeyeceğim dostlar. Ayrıca Girne'de İzmir özentisi kordon var. Kordon 3 mt genişliğinde, uzunluğu bilemedim çünkü bir andan sonra orada gezmek istemedim. Gerçekten bayıcı atmosferi ve heyecansız dalgalarıyla sadece ürküten denizi bizi etkileyemedi. Kıbrıs halkının genel olarak insanlarla sorunları olduğu kanaatindeyim. İnsanlar tuhaf, en az konuşmayla en çok iletişim kurmaya çalıştığınız bir yer. Birkaç kez gerçekten Kıbrıslıları konuşturmak için baya çok alın teri döktüm. Kuzey Kıbrıs ile ilgili genel düşüncem ülke olması gerektiğine karar verilmesi bence fazlaca iyimser olarak alınmış bir karar. Ülke olmayı hakediyor mu derseniz? Hayır, diyemem. Bir çok Afrika ülkesinden daha fazla gelişmiş olması ya da San Marino veya Malta gibi düşük nüfüslü ülkelerden gelişmiş olması bu kararı almamda etkili lakin sömürge devleti olmuş olmasından mıdır bilemem tarihler Ekim 2012 gösterirken bile hala kendilerini sömürge devleti gibi hissetme huyları var. Özgürlüklerini kendileri almadıklarından sanırım bu şey. İngiliz sömürgeliğinde baya kültürel enformasyona uğramış olması da gözümden kaçmayan şeylerden. Sömürge olmaya baya alışmış olmaları etkili olabilir ama gıda sektöründe özellikle Türkiye'ye bağımlı olmaları. Askeri disiplinin sürekli savaş hali varmış gibi davranması ve halkın psikolojik acizliği Kuzey Kıbrıs'ın güzelliğini baya baya örten negatifliklerden birisi. K. Kıbrıs'ı genel olarak beğendim ama iklimindeki sıkıntılar bana gezme için fazla zaman vermedi. İmkanlarım kısıtlı olmasına rağmen ben gezmeye, görmeye, öğrenmeye çalıştım. Geldiğim günden beri saat akşamüzeri 3 ya da 4 civarında bastıran yağmur bana İngiltere'nin kasvetli havasını anımsatmadı değil. Evlerin çoğu Rumlardan kalma, İngiliz tarzıyla döşenmiş. İngiliz prizler, ocaklar vs vs. Gerçekten ada iklimi katlanılması zor bir iklimmiş. İngiltere ile benzerlik göstermeyen tek artısı, İngiltere'ye göre daha güneyde olması bu da yazları sıcak olmasını ve tatil için imkan bırakması anlamına geliyor. Gelişmeyi önemseyen Kuzey Kıbrıs halkı, turizmin t'sini anlamayan hödük bir ülke. Kuzey Kıbrıs canımız, ciğerimiz faso fiso bunlar. Gerçekten Kuzey Kıbrıs'ta gezip görebileceğiniz tek bir tarihi yer var: Girne Kalesi. Girne Kalesi'ni gezmek için vereceğiniz 35 Euro gerçekten büyük bir kayıp. Uyduruk bir kale için verilen bu paraya çok içim gitti söyleyeyim. Kıbrıs'ta ucuz olan şeyler: benzin ve alkollü içecekler. Gerçekten geldiğim günden beri Türkiye'de içmeye kalkışsam sefaletle burun buraya geleceğim içkilerden, burada baya acısını çıkardım.
Özet olarak; Kuzey Kıbrıs'a kara kaşı, kara gözü için gelmeyin. Poker oynayıp, içki içeceğim diyorsanız buyrun Kıbrıs sizi bekliyor. Hiç bir vize, pasaport cart curt işlemler ile uğraşmadan sadece T.C Kimliğiniz ile gidebileceğiniz bir yer yalnız sadece 3 ay kalabilme süreniz var. Bunu da dikkate alın. Kuzey Kıbrıs'a geldiğim için pişman değilim ama ikinci gelişim biraz zor olabilir. Hepinize mutlu yaşamlar, güzel tatiller.
Çarşamba, Ağustos 29, 2012
Hastalık: Türk Kızı Tribi Sendromu
Şimdi öncelikle tahmin edersiniz ki, Türk kelimesi kendi dilimizde bir geyik unsuru oldu
Bununla eğleniyoruz. Kendimize özgü bir takım huylarımız var ( mesela kırılan bir şeyi atmak yerine
koli bandıyla yepisyeni yapmak)... Umut Sarkıkaya'nın bir çok karikatürüyle de, yeni nesil gençliğimiz
türk insanının inceliklerini farketmeye başladı.
Fakat, her ne kadar kendisi insan ırkının kadınlarını temsil etse de, diğer bütün canlılardan onları ayıran
bir modları var. Bunu biraz açalım, kendi evladımızı tanıyalım istedim. Çünkü, şu an Türk kızı hakkında onlarca espri
, onlarca söylemler oldu. Tarihsel açıdan bakarsak en önemli evrimsel olay olarak, Türk kızının günümüz halini örnek gösterebiliriz.
Maymundan gelmedik ama türk kızları başka bir türe doğru gidiyor açıkcası.
Şimdi de biraz Türk kızını tanıyalım:
Hayatının çoğunu fesatlık, ileri derece kıskançlık/dedikodu, diper hemcinslerinden daha güzel olma çabaları, hayatına girebilecek
her erkeğe hayatı zindan etme (vb) ile geçiren bu türün kendisine has dünya anlayışı ile hepimize farklı bir gözle bakıyorlar.
Sürekli bir memnuniyetsizlik var kafalarında, ulan sanki dünyanın sayılı zengin ülkelerindenizden, övünüyorlar. Zenginlik demişken, böyle
bi Rayban, Coton falan fistan marka giyinme takıntısı var, hiç anlamam. Arkadaş zaten önemli olan kıyafetin değil, kıyafetinin içindeki.
Ne diyordum heh, bir Dünyadan nefret etme, insanlardan nefret etme, sanal ortamda sosyalleşme, twitter'da tweet atma, facebook'ta durum güncelleme
hastalığı var bu kızlarda. Arkadaşım millet senin ne bok yediğini napsın diyecem de anlamıyorlar, çünkü kafalarındaki dünyada, dünyanın dönmesinin bilimsel
açıklaması kendi yazdığını durumun beğenilmesi ya da attığı tweet'in defalarca retweet edilmesi olarak yerleşmiş.
Benim teşhişim şöyle arkadaşlar, biz zamanında ne twitter gördük ne facebook.. Ne laptop gördük ne de masaüstü takoz ile tabir edilen bilgisayarları. Türk kızının
evrimsel değişimi işte, Türk insanının teknoloji ile tanışması ile başlıyor. Zaten tahmin edersiniz ki türk insanı yeni gördüğü bir şeyi amacı dışında her türlü
kullanım alanı kullanabilen yegane bir türdür. Hatta biraz abartacam ama üniversitelerde, ortaokullarda türk insanını anlama diye bir ders verilmeli. Türk insanın
bu eşsiz genleri, amip gibi çoğabilmekte ve her yeni oluşan bireyde cereyan etmektedir. Türk kızı tribi dediğimiz bu sendrom en fazla 23 yaşına kadar devam etmekte
daha sonra bu hanımkızımız hayatın sadece onunla 'daşşak'' geçtiğini ve evrenin içerisinde sadece küçücük bir nokta olduğunun farkına varıyor ki bu sendromun en tehlikeli
bölümü burada oluyor. Bu hanımkızlarımız bu olayı anladıktan sonra etrafına saldırabiliyor, hayat anlamsızlaşıyor, bir içine kapanma durumu yaşanıyor filan.
Ebeveynlerin bu durumda kızımızı odaya hapsedik, bi çorba bi ekmek ile bu sıkıntılı dönemi geçirebilirler, bazı ebeveynler (anneler) bu hanımkızlarımıza ev işi
yaptırarak da bu sıkıntılı dönemi geçirdiklerini söylüyorlar, bu da bir çözüm yolu olabilir.
Türk kızı tribi 16-23 yaşları arası yaşandığını tekrar söyleyebiliriz. 16 yaşından önce olan her türk kızı tribi sendromu hanımkızımızda ciddi psikolojik sorunlar oluşturabilir.
Bu konuda ebeveynleri bilinçlendirmek istiyorum. Eğer kızınız 16 yaşından önce türk kızı tribi sendromuna yakalanırsa lütfen gerekeni yapınız. Gereken bu kızımızı cami avlusana bırakmaktır.
Eğer siz ben zoru seviyorum, bu aptal mahlukatı adam ederim diyorsaniz, biraz sabır ile bu başarabilirsiniz. Türk annesi olarak siz de bu eşsiz genler vardır ki bunlar sadece başı.
Aile babası, Türk annesi ve Türk kızı tribi sendromlu genç kız ile tamamıyla Türk ırkına yakışan bir çekirdek aile olabilirsiniz. Bazı testler sonucu odun erkeği denen türk erkeği ırkının ayrı
bir cinsi, kızlarında türk kızı tribi sendromu görünmemesini sağlıyabiliyor.
Bir türk annesi olarak, bu konuda uzman görüşleri olan bana danışabilirsiniz, Her türlü türk kızı sendromu itinayla çözülür. Çözemezsek onun da çözümü var, inanılmaz etkili bir ilaç ile
kızınızı depresyona sokuyoruz, biraz uzun soluklu, ergenliğini atlayıp yetişkin hale gelene kadar bu sendromu erteleyebiliyoruz ancak buda gelecekte kızınızın verebileceği zararı artıyor.
Sonuç olarak türk kızı tribi sendromu, tedavisi olmayan ama çaresi olan bir Türk hastalığıdır.
Diğer Türk hastalıklarından da bahsedeyim, bu hastalıklar ile ilgili de biraz bir şey yazarım,teşekkürler.
- Türk insanı olarak, bilmediği her konuda fikir sahip olabilme hastalığı
- Teknolojik aletleri ilkel tekniklerle bambaşka bir hale getirme hastalığı
- Siyaset ve futbol hakkında değerli bilgilere sahip olduğuna inanma hastalığı
- Türk annesi olarak doğal bir el kabileyeti olma hastalığı
- Yabancı bayan turistlere yardım ayağıyla taciz etme hastalığı
- Çay ve çay içirtme hastalığı
- Özellikle bayanlarda aşırı depresyona girerek dünyanın düzenini bozma hastalığı vb.
bunun gibi hastalıklar ile boğuşan türk insanının en önemli özelliği bu kadar hastalığa rağmen hasta olmama yeteneği ile öne çıkıyor.
Benden bu kadar, sevgilerinizle, okuğunuz için sağolun.
Çarşamba, Ağustos 15, 2012
Kısaca Evrimi Anlatıyorum
Bu günümüzde yeni türlerin oluşmasından dolayı değil,bilinen türlerin sayısının artmasındandır.Bu gün için günümüzde tüm dünyada yaşayan kaç tür var sorusunu kesinlikle yanıtlayabilecek bir kimse bulunmaz çünkü her zaman bilinmeyen bir türün varlığı ortaya çıkabilir.Öte yandan bu gün için sadece fosileri var diye bildiğimiz bazı türlerin aktüel formlarının (günümüzde yaşayan) olduğu ayrıntılı araştırmalarla ortaya çıkmaktadır.Örneğin kitabın yazarının üniversite öğrenimi yaptığı 1960'lı yılların başında bile fosil olarak bilinen NAUTİLUS (bir Gastropod),Kaptan Cousto'nun araştırmaları ile okyanus derinliklerinde bulunmuş ve onların aktüel form oldukları kitaplara geçmiştir.Buna bir çok örnek vermek olasıdır.
Türlerin sayısı sabittir düşüncesi canlılığını uzun süre korumuş ve 19.asrın ortalarına kadar buna inanılmıştır.Linne ikili isimlendirmeyi yaptığı zaman,4236 tür canlı bulabilmiş ,onları sınıflandırmış ve arkasından da önemli savını ortaya atmıştır ."Türlerin sayısı bu kadar ve değişmez".Çünkü o bu kadar canlı türü bulabilmiştir.Bunu samimi olarak açıklayabilse ,belki de evrim konusundaki dşüncelerdaha önce başlayabilecekti.Aynı Linne,ikili isimlendirme örneğine İnkalarda da rastladığını sakladığı gibi ya da bunu bilmediği için,burada da böyle bir yol takip etmiştir.Çünkü onun zamanında insan her söylediğini söyleyememekteydi.Dünya yuvarlak diyebilmek bile bayağı cesaret isterdi.Bu ortam belkide en uygun olduğu için Linne de türleri n sayısı sabit demiştir.Aristo'nun abiyogenez görüşüne sıkı sıkıya sarılanların (özellikle klisenin) da işine gelmiş ve uzun süre canlı kalabilmiştir.İnsanların doğa üstü güçlere inanması nedense hep uygun bir ortam olarak varlığını sürdürmüştür.Ta ki Pastör çıkıp ünlü deneyi ile abiyogenez fikrini çürütene,Lamarck çıkıp,türlerin sayısı sabit değildir diyene kadar da bu böye sürmüştür.
Lamarck(1809),doğanın sürekli olarak yıkma eğliminde olduğunu,canlıların ise,kimileri yıkarken,diğerlerininde birleştirici olduğunu ileri sürmesi ile evrim fikri gerçek bir şekilde ortaya çıkmıştır.Daha sonra Charles Darwin(1859)"Türlerin Kökeni" isimli eseriile daha anlamlı bir yaklaşım getirmiştir.Günümüzde ne Lamarck ne de Darwin'in açıklamalarının bir anlamı kalmamıştır.Çünkü kalıtım ile ilgili bilgilerimiz daha sonra gelişmiş(Gregor Mendel),daha sonra elektron mikroskobu bulunmuş ve bir çok bilim dalı aşırı bir hızla(biz de o kadar hızlı değil) gelişmiş ve konularına bakış açıları daha değişik bir yöne kaymıştır.
Günümüzde temeli Lamarck'a dayanan Neolamarckistler ile Darwin'e dayanan "Neodarwinistler" ve bunların karşısında tamamen evrim fikrine inanmayan ve konuyu sadece dini açıklamarla anlatmaya çalışanlar kalmıştır.Oysa inançlar tartışılmamalıdır.Sadece bilimsel olgular tartışılmalı,dini inançlar ise inanıldığı gibi aynen kalmalıdır.Bu açıdan bakıldığında "Yaratılış Teorisi" diye bir şey olmadığı,bunun sadece bir dini
inanış olduğu anlaşılır.Teori olsaydı,bunu ortaya atan kişinin ismi ile anılırdı.Tıpkı,Darwin,Lamarck,Hugo de Vries gibi.Ve sürekli olarak tartışılır ve çürümeye çalışılırdı.Bilim adamlarına düşen görev,tartışmaktır.Ama bunun için çok bilgi sahibi olmak,araştırmalar,gözlemler yapmak,deneylerle bazı konuları açıklamak gerekir.
İşte evrim konusunun en önemli çıkmazı da bu.
Lamarck(1809),doğanın sürekli olarak yıkma eğliminde olduğunu,canlıların ise,kimileri yıkarken,diğerlerininde birleştirici olduğunu ileri sürmesi ile evrim fikri gerçek bir şekilde ortaya çıkmıştır.Daha sonra Charles Darwin(1859)"Türlerin Kökeni" isimli eseriile daha anlamlı bir yaklaşım getirmiştir.Günümüzde ne Lamarck ne de Darwin'in açıklamalarının bir anlamı kalmamıştır.Çünkü kalıtım ile ilgili bilgilerimiz daha sonra gelişmiş(Gregor Mendel),daha sonra elektron mikroskobu bulunmuş ve bir çok bilim dalı aşırı bir hızla(biz de o kadar hızlı değil) gelişmiş ve konularına bakış açıları daha değişik bir yöne kaymıştır.
Günümüzde temeli Lamarck'a dayanan Neolamarckistler ile Darwin'e dayanan "Neodarwinistler" ve bunların karşısında tamamen evrim fikrine inanmayan ve konuyu sadece dini açıklamarla anlatmaya çalışanlar kalmıştır.Oysa inançlar tartışılmamalıdır.Sadece bilimsel olgular tartışılmalı,dini inançlar ise inanıldığı gibi aynen kalmalıdır.Bu açıdan bakıldığında "Yaratılış Teorisi" diye bir şey olmadığı,bunun sadece bir dini
inanış olduğu anlaşılır.Teori olsaydı,bunu ortaya atan kişinin ismi ile anılırdı.Tıpkı,Darwin,Lamarck,Hugo de Vries gibi.Ve sürekli olarak tartışılır ve çürümeye çalışılırdı.Bilim adamlarına düşen görev,tartışmaktır.Ama bunun için çok bilgi sahibi olmak,araştırmalar,gözlemler yapmak,deneylerle bazı konuları açıklamak gerekir.
İşte evrim konusunun en önemli çıkmazı da bu.
Çünkü laboratuar deneyleri ile bunu açıklayamazsınız.Çünkü olay insan ömründen çok fazla uzun bir sürede binlerce hatta milyonlarca yılda gerçekleşmektedir.Üstelik bireylerdeki değişiklikler de evrim demek değildir.Bunun için popülasyon düzeyinde düşünmek gerekir.Bir kalıtsal değişiklik olan mutasyon'un populasyonda tutunması için çok fazla yıl geçmesi gerekir.Bu da ispatlanamaz.
Evrim nedir?
Evrim nedir?
Bir organizmanın dünyada görünmeye başladıktan sonra geçirdiği gelişim öyksünün filogenez olduğunu biliyoruz.Jolojik devirler boyunca dünyanın ekolojik koşulları değişmiş canlılar buna uyum sağlamaya çalışmışlar,uyum sağlayamanlar daha doğrusu kendilerine uyum sağlayabilme yeteneği önceden verilmemiş olan "doğal seleksiyon" türler yok olmuş kalanlar ise yeni koşullara gerek yapısal,gerekse fonksiyonel değişikliklere katlanabilmişlerdir.İşte canlıların bu amaçla geçirdikleri değişikliklere transformasyon,yaşam biçimindeki olanlara ise
divergens adı denilir."Latince di=birbirinden,vergere=eğmek,eğilmek,meyletmek".Bu süreç,yeni türlerin oluşumuna,yeni tür oluşumu ve yeni organizasyon tiplerinin ortaya çıkmasına neden olur.Bu da evrim"evolusyon" anlamına gelir.Biyolojik evrim birbirini takip eden nesiller boyunca meydana geldiği için,sadece soyaçekim karakterlerine bağlıdır.Bu da genetik informasyonun değişimi ile gerçekleşir.
divergens adı denilir."Latince di=birbirinden,vergere=eğmek,eğilmek,meyletmek".Bu süreç,yeni türlerin oluşumuna,yeni tür oluşumu ve yeni organizasyon tiplerinin ortaya çıkmasına neden olur.Bu da evrim"evolusyon" anlamına gelir.Biyolojik evrim birbirini takip eden nesiller boyunca meydana geldiği için,sadece soyaçekim karakterlerine bağlıdır.Bu da genetik informasyonun değişimi ile gerçekleşir.
Evrim,filogenez sırasında meydana gelen yapısal"transformasyon" ve yaşamsal "divergens" değişiklikler yeni tür oluşumuna,bu da yeni organizasyon tiplerinin ortaya çıkması ile gerçekleşir.
Pazar, Temmuz 29, 2012
The Nineties
Merhaba arkadaşlar, daha demin kendime ekmek arası bir şeyler hazırlıyordum. O esnada dolapta çeken coca-cola şisesi bana eskiyi hatırlattı. Ben daha çocukken babam albay değildi. O zamanlar bu zaman kadar durumumuz iyi değildi. Babam daha yeni yeni albaylığa geçecekti. Ona hazırlanıyordu. Doksan üç çocuğu olarak anlatmak istediğim en önemli şey. 98 yılında sokak çocukluğuna denk gelmiştim. Benim çocukluk zamanımda ilk olarak daha yeni yeni atari salonları doluşmuştu. O zamanlar sokakta oynanan oyunlar çok değerliydi. Paha biçilemezdi ancak yavaş yavaş yerini devretmişti atari salonlarına. Bir kere şöyle bir şey vardı atari salonu asla ama asla yalnız gidilmezdi. Ya mahallece toplanılır gidilirdi ya da sokakta üç beş çocuk top oynardı. O zamanlar bilgisayarlar da yavaş yavaş çıkmıştı piyasaya. Bizim zamanımıza Fifa 98 damgasını vurmuştu. O zamanlar oyunun kalitesinin aranmadığı zamanlardı. Kalite arttıkça alınan zevk daha da azaldı. 2000'li yıllardı babam bana o zamanlar da bilgisayar almıştı. Şu an için çoplük sayılabilecek bir bilgisayar almıştı. Çok değerliydi benim için. Apartmanımızda bi abi vardı. Biraz durumları bize göre daha iyiydi. Benim bilgisayar aldığımı görünce, hemen geldi tabii ki cd'leri ile birlikte. O zamanlar hep Fifa 98 istiyordum. Onu yüklediği anda çok sevinmiştim. Hemen oynamak istedim ama dedi ki ; '' Az sabret küçük dostum, senin için bir de hediyem var demişti. Şaşırmış ve çok da heyecanlanmıştım. Her neyse yükledi falan filan. Açtı hemen Championship Manager adında bir oyun. Çok garibime gitti, açtık filan. Oynamaya çalışıyorum olmuyor, zaten bütün her yer yazı ile dolu, anlamaya anlamaya abiden gördüklerim kadarıyla oynamaya çalıştım. Ondan sonra zaten artık bağımlısı olmuştum. Lakin yerini Football Managere kaptırmıştı. Her neyse o dönemlerde herkes Galatasaray'ı tutuyordu. Uefa kupasını almış, herkesin idolü olacak futbolcuları vardı. O dönemde ayrıca en çok fifanın müziklerine tav olmuştuk. Mükemmel müzikler hayatımıza girdi. Rock kültürü yavaş yavaş o dönemde oluşuyordu gençlerde. Dr.Alban ve bazı Türk sanatçılar o dönemdeki gençlerin idollerinden yalnızca bir kaç tanesiydi. Sonra yavaş yavaş büyüdük,adam olmaya çalıştık. Üniversiteye hazırlanma, para tasarrufu ve faturalar, kiralar derken hep aklımızın bir köşesinde silinmeyecek hatıralar oluştu. Bunu yazarken şuna eminim ki, bunu okuyan herkes kesinlikle duygulanacaktır, çünkü onlar bu dönemin çocukları ve anıları hiç bir zaman silinmeyecek.
Salı, Temmuz 24, 2012
Biri Müzik Mi Dedi
Evet, arkadaşlar. Müzik dedim. Müzik, hayatımızın en önemli parçasıdır. Bazıları bunu kabul etmese bile müzik ruhun da iç organlarında besinidir. Ben kendimce müziği ikiye ayırırım.
1- Dinlenesi müzikler
2- Müzik olmayan müzikler.
Her neyse, müzik nasıl bir şeydir bilir misiniz? Kendimce tarif edeceğim. Müzik benim için hissedemediğim duyguları hissetmem de yardımcı bir araçtır. Yani duygusuz bir adam olduğumu kabul ediyorum ancak müzik beni bu duygusuz adam rolünde çıkartıp başka diyarlarda duygu seline kaptırıyor. En çokta ezgisi bambaşka diyarları ait, sözleri anlamayacağımız derecede güzel olan şarkılar bunlar. Her neyse müzik çok eskilerden beri insanoğlunun en büyük uğraşı. İlk zamanlarda haberleşme için kullanılan doğa sesleri, günümüzde insanlara bir fikri benimsetmekte ya da tanıtmakta için çokça kullanılmakta. Türk müzik kültürü olarak 2005 yılından sonra resmen bok çukurunun içindeyiz. Her alanda geçmişe özlem var çünkü, en iyi olduğumuz dönem geçmiş bizim. Ne zaman aramıza teknoloji dahil oldu, bütün her şeyimiz alt üst oldu. Şarkılarımızda ki enstrümanları kaybederek yerini uyduruk dijital seslere bıraktık. Hiç oldu mu ya bu şimdi. Maalesef artık bu işleri yapamıyoruz. Ne eski dönemlerimizde ki akıl ve mantığımız kalmış ne de bu işi bize öğretecek üstatlarımız. Hepsi birer birer yok oluyor ve biz de gözümüzü kapatarak izlememeye çalışıyoruz. Türk olarak övünmemiz gereken silahımız, ordumuz veya askeri gücümüz olmamalı. Neden sanat alanında bu kadar övünemiyoruz? Sonuç olarak Türk müzik kültürü düzelene kadar en iyi yabancı sanatçılar..
Hepinizi çok seviyorum,hoşça kalın...
1- Dinlenesi müzikler
2- Müzik olmayan müzikler.
Her neyse, müzik nasıl bir şeydir bilir misiniz? Kendimce tarif edeceğim. Müzik benim için hissedemediğim duyguları hissetmem de yardımcı bir araçtır. Yani duygusuz bir adam olduğumu kabul ediyorum ancak müzik beni bu duygusuz adam rolünde çıkartıp başka diyarlarda duygu seline kaptırıyor. En çokta ezgisi bambaşka diyarları ait, sözleri anlamayacağımız derecede güzel olan şarkılar bunlar. Her neyse müzik çok eskilerden beri insanoğlunun en büyük uğraşı. İlk zamanlarda haberleşme için kullanılan doğa sesleri, günümüzde insanlara bir fikri benimsetmekte ya da tanıtmakta için çokça kullanılmakta. Türk müzik kültürü olarak 2005 yılından sonra resmen bok çukurunun içindeyiz. Her alanda geçmişe özlem var çünkü, en iyi olduğumuz dönem geçmiş bizim. Ne zaman aramıza teknoloji dahil oldu, bütün her şeyimiz alt üst oldu. Şarkılarımızda ki enstrümanları kaybederek yerini uyduruk dijital seslere bıraktık. Hiç oldu mu ya bu şimdi. Maalesef artık bu işleri yapamıyoruz. Ne eski dönemlerimizde ki akıl ve mantığımız kalmış ne de bu işi bize öğretecek üstatlarımız. Hepsi birer birer yok oluyor ve biz de gözümüzü kapatarak izlememeye çalışıyoruz. Türk olarak övünmemiz gereken silahımız, ordumuz veya askeri gücümüz olmamalı. Neden sanat alanında bu kadar övünemiyoruz? Sonuç olarak Türk müzik kültürü düzelene kadar en iyi yabancı sanatçılar..
Hepinizi çok seviyorum,hoşça kalın...
Perşembe, Temmuz 19, 2012
Çay Üzerine
Bugün AVM' de iken, çay ihtiyacımı Lavazza adlı bir kahve dükkanından karşıladım lakin kafama çok şey takılmıştı. Çay ve kahve olarak adımızı üst sıralarda tamam bunu kabul ediyoruz da neden ülkemizde Çaycı Mehmet Abi'nin dükkanı bu kadar iyi olmuyorken Lavazza adlı uyduruk bir İtalyan kafesi daha çok tercih ediliyor. Düşündüm ve taşındım. En önemli sorun halkımıza en güzel çayın Mehmet Abi'de olduğuna inandıramıyoruz çünkü yurdumun güzel insanın tek derdi satmak değil, zevk aldırmak. Bu iyi bir şey insaniyet açısından lakin az satış Mehmet abi'nin dükkanının kapanmasına neden olur. Bütün sektörlerde en iyi hizmeti, bu bir genelleme, Türk dükkan sahipleri veriyor ama onların bir sorunu reklamı iyi değil. Klişe olacak ama klasik bir adamdan duyacağınız bir laf, '' Reklamın iyisi ya da kötüsü olmaz.'' Kusura bakmayın ama bu konuda biraz daha gelişmemiz lazım. Bazen yaptığımız espriler bile en iyi reklamdan daha iyi olabiliyor. Bu bir sorun. Ülkemiz de en iyi bildiğimiz şeyler de en kötüsü olmak, beni üzüyor da neden bu işin başındaki ahmakları üzmüyor. Galiba onlar Lavezza denen uyduruk kafe daha fazla gelir getiriyor. Bu yüzden halkımızdan ziyade Mehmet Abilere diyorum. Biraz kendinize gelin. Sektörü kurtarın. Adam gibi çay içirin lan bize.
Pazar, Temmuz 15, 2012
Çevre Kirliliğine Haykırış
Merhaba, arkadaşlar. Bugün arkadaşım yatıyla birlikte limandan denize doğru açıldık amaç bu güzel günü yüzerek, eğlenerek, güneşlenerek en iyi şekilde geçirmekti. Bilirsiniz zaten Antalya'nın sıcağı bazen dayanılmaz olabiliyor, bugün de o günlerden biriydi ve gayette tekneyle açılmak bu sıcaktan kurtulmanızı sağlıyordu. Tekneyle açıldık, yüzebileceğimizi önceden bildiğimiz bir yere demir attık. Yalnız bir sorun vardı, deniz çok pisti. Poşetler, tişörtler her şey aklınıza gelebilecek her şey denizdeydi. Düşünün sadece ufak bir düşünce biz bu güzel pazar gününü, en iyi şekilde değerlendirmek istiyorduk. Başımıza gelen olay beni çok üzdü. Kişisel temizlik konusunda, Avrupalı ülkelerden daha temiz olduğumuzu her fırsatta dile getirir. Hamamlarımızdan, banyo kültürümüzden bahseder dururuz. Gel gör ki öyle olmuyor maalesef, '' Temizlik imandandır.'' diyen adamların kendi çevrelerine yaptığı saygısızlık kabul edilebilir değil. Avrupalı ülkelere kıyasla ( evet, kendim kıyasladım) en pis yaşayan ülke biziz. En azından o ülkelerde çevre temizliği için uygulanan yaptırımlar gerçekten örnek alınacak nitelikte. Çevresi temiz bir adamın, kişisel pisliği kesinlikle ortaya çıkar ve '' Temizlik imandandır.'' demeye gerek kalmadan zaten temiz oluruz. Çevresine saygısı olmayan bir adamın, benden kendisine duyucak bir saygım olmadığını da belirtmek isterim. Lütfen arkadaşlar, kendimiz için bir şeyler yapmak zorunda değiliz. Gelecek nesiller, onlar bizim evlatlarımız, kendi evlatlarımızı kendi ellerimizle öldürmeyelim.
Peki Sizce Batu Ne Anlatmalı
Eğer Batu bir şeyler anlatacaksa bu anlatacakları sizin ihtiyacınız olan şeyler olmalı. Eğer bu blog'da ben kendi kafama göre esenleri yazarsam sürekli, size ulaşmamın bir anlamı kalmaz. Sadece kendi kendimi kandırmış olurum. Siz ne anlatmamı istersiniz? Yorum yazarak, Twitter ya da Facebook'tan mesaj atarak veya bana e-mail ile ulaşarak bu blog'un amacını belirleyin. Yani bu blog aslında gerçekten sizin blogunuz olacak. Siz bana ne anlatmam gerektiğini söyleyin. Ben de sizin için araştırayım, öğreneyim ve anlatayım. Anlatmak üzere, hoşça kalın.
Cumartesi, Temmuz 14, 2012
Batu Neden Anlatıyor
Merhaba, bugün anlatacaklarım neden yeniden blog açtığım ile ilgili olacak. Öncelikle hepimiz akıllı varlıklarız, konuşuruz, anlatırız, dinleriz ve birbirimize yardımcı oluruz. Birisi bir konuda bilgi sahibi ise herkese anlatmak ister. Ben bir süper kahraman değilim, ben bir Türk vatandaşıyım ve şu an yaşadığım ortam beni hiç ama hiç memnun etmiyor. Eğer bu yaşamda gerçekten bir yer edinmek istiyorsak, yaptıklarımız ile evrene bir ders vermeli. En büyük düşmanımız cehaletle savaşmalıyız. Neden mi? Çünkü biz evrenin ve kendimizin kölesi olamayacak kadar zeki varlıklarız. Peki neden bizden daha zeki olmayan birinin kararlarını sorgulamaktan aciz kalalım.Haydi Batu anlatsın, siz dinleyin, siz anlatın,onlar dinlesin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)